6 Kasım 2012 Salı

Düşünemiyorum, O halde Yokum!

Bir sürü deli saçmasıyla uyandım uykumdan, kafamın içi vızır vızır...Beyin kardeş, ne ara uyandın da başladın sen çalışmaya? Hayır yani, fazla mesai de ödemiyorum ki sana, ne bu acele?Madalya takacaklar sanki! Ninja Kaplumbağalar'daki beyine özenip de ayrı eve çıkarım hesapları yapıyorsan pışııııııııkkkkk, çok beklersin akıllım!
Beynimin düşünce akışını değiştirebilmek ve hatta mümkünse durdurabilmek için vücudum otomatikman devreye girdi. Önce şenlikli bir çalma listesi hazırladım, Goran Bregovic'le başlanacak Yves Larock'la bitirilecek, başla! Aç camı bakayım, uzat kafanı dışarı şimdi, çek bir derin nefes, çek çek çek, bronşları korkak alıştırma, aferin benin kızanıma! Koş bir de kahve koy kendine şimdi, bravo! Sen biliyorsun bu işleri....De...Bir terslik yok mu sence? Beyin oksijeni, kafeini yeyince yaldır yaldır coşmaz mı? Olmadı bu, hemen soğukumsu bir duşla yavaşlatmak lazım kanın beyne hücumunu.Çareleri arka arkaya sıralarken beynimi şu düşünceyle bastım, hem de bizim evimizde: Dorian Gray'i asıl hapseden sanatın mı varoluşunun mu büyüsü? Lan oğğğğluuum ne yapıyorsun sen? Hızlıca hazırlanıp sokağa attım kendimi ne de olsa muhterem İstanbullular durdurur beni diye..
Henüz yokuşun altına varmıştım ki gözüm açık cami bahçesinden içeri kaydı...Musalla taşının üzerinde 3 çay bardağı; biri boş, biri yarım ve diğeri neredeyse hiç içilmemiş...Bir de güneş vurmuş üzerlerine...Beyin aldı gazı, başladı imgeleri arka arkaya dizmeye. Üç çay bardağı, üç insan, 3 farklı ömür, hepsi de ölümün üzerine asılı... Bunlar geçerken kafamın içinden bir sesle irkildim:
* Neye bakıyorsun bayan? Musallanın ölçüsünü mü alıyorsun? Merak etme, üstüne koyduklarını ayarlıyorlar bunun boyuna göre, içindekini kısaltmıyorlar,kıh kıh kıh...
Oooooooohhhhhh, sağ olasın bey amca! Ben de diyordum ki acaba günün talihli dumurcusu kim? Bizden bir afarlama kazandınız, yanında da iki kişilik devre-salaklama!
Bir nebze sakinleşerek iskeleye doğru devam ettim yoluma. Yolun ortasında üniversiteli olduğunu tahmin ettiğim iki genç eğilmiş yere bakarak koyu bir tartışmadalar, merakla seğirttim yanlarına:
* İlginç hacı, vallahi ilginç, bak bu ikinci!
*Evet yaaa, nasıl oluyor abi bu?
Merakıma yenilip sordum, pardon da nedir bu?
*Martı boku!
E nesi ilginç?
* İlginç olan bokun kendisi değil düşme açısı! direklerin üstüne tüneyen martılar pıçınca 26 derecelik açıyla düşüyor yere, üşenmedik hesapladık...
Hayyyyyyy gözünü sevdiğimin Üsküdar'ı! Ne el değmemiş manyaklar saklıyorsun bağrında! Adamlar tutmuş martı bokunun düşüş açısını hesaplamış, okulda hocaları iki hesaplama yapın diye ödev verse son akşama bırakır o akşam da içer içer sabah kalkınca yaparız deyip yapmazlar, ama iş martı boku olunca akademik ilgi tavan yapmış!
Yine de içimden kallavi bir teşekkür patlattım yurdumun bilim heveslisi gençlerine, zira o an bu andır düşünmüyorum. Daha doğrusu düşünemiyorum, o halde yokum!

1 yorum:

  1. Epeydir beklediğimize değdi Hocam. Gözlemlerine, kalemine sağlık <3

    YanıtlaSil